İnsan bir arayıştır. O sadece sorgulayan değil; sorgunun kendisidir. İnsanın biyolojik oluşumunda; erkek milyonlarca hücresini dişi yumurtaya doğru serbest bırakır. Hücreler hızla koşmaya başlarlar. Yumurtanın nerede olduğu bilmezler; fakat hızla koşarlar. Arayış başlamıştır. İçlerinden biri yumurtaya ulaşacak, dünyaya doğacak. Yumurtaya ulaşamayanlar yok olacak. Yumurtaya ulaşan için arayış ölüme kadar devam eder. İnsan hakikat arayışının sorgusudur. Ve hakikati aramıyorsa o zaman; ‘’insan’’ statüsüne erişebilir mi beşer. Sokrates ‘in de dediği gibi ‘’Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez’’. Ne var ki buradaki sorgulamanın çocuksu bir meraktan ibaret olmayıp veya onunla sınırlı kalmayıp dinamik bir felsefi araştırma sürecine işaret ettiği unutulmamalıdır. Burada vurgulanan sorgulamanın hayatın bütününe yayılması, felsefi araştırmanın bir hayat tarzı haline gelmesi, çocuksu merakın anlama tutkusuna dönüşmesidir. İnsanı hayvandan ayıran özelliği sorgulamasıdır. Onlar yaşar, sorgulamazlar. Hiç bir hayvan şunu sorgulamamıştır. Hakikat nedir? Yaşam nedir? Yaşamın anlamı nedir?
Hayatın değeri, anlamı, nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz, ben kimim, amacım nedir? Sorularının derinliğine inerken; kendimize sormamız gereken daha öncelikli bir soru daha var; ‘’Bir hayatı iyi bir hayat yapan şey nedir?’’ Ever sorgulamak insanın görkemidir. Engin gökyüzü bile insan kadar engin değildir. Çünkü gökyüzü sonlanabilir, ancak insanın sorgulamasının sonu yoktur. O ebedi mistik yolculuktur; başlangıcı ve sonu olmayan.