‘’Herhangi bir yerden veya her yerden başlayabilirsiniz.
Yeter ki orada bir değişim olsun ve bu sizinle başlasın.’’M. Ferguson
Zamana ve mekana bağlı kalmaksızın merhaba…
Bu dergi sizi ve beni; zamana ve mekana bağlı kalmaksızın buluşturuyor aslında! Ya bir sabah vakti büronuzda kahvenizi yudumlarken; ya bir öğle yemeğinde arkadaşınızı beklerken; günün herhangi bir saatinde hastanede; kafede; çalıştığınız iş yerinde yanınıza konuk oluyorum!
Yüreğimden akan her kelimeyi sizin kendinizle buluşmanız için bir davetiye olması inancıyla; her kelimemi kendi değişim ışığınızın çakmağı olması inancıyla yazıyorum…
Farkındalık her türlü değişimin başlangıç noktasıdır. Görüyoruz; ama dikkatli bakıyor muyuz? Duyuyoruz; lakin ne kadar dikkatli anlamlandırıyoruz? Benliğin farkındalığı önemlidir. Çünkü bu bizim kim olduğumuzu anlamamıza ve geliştirmiş olabileceğimiz her türlü sağlıksız kalıbı tespit etmemize; nerede olduğumuza; nereye gitmek istediğimize yardımcı olur. Sıkı sıkıya sarıldığımız olumsuz kalıpları anlayarak onları değiştirmek mümkündür. Farkındalık gerekir; birşeylerin ters gittiğinin; nereden gelip; nerede olduğumuzun ve nereye gittiğimizin farkında değilsek; onu değiştirmeyi düşünemeyiz. Kendimizin farkında olmalı; görmekle kalmamalı; dikkatle bakmalıyız. Bakmak; görmek değildir. Dikkatli bakmamız ve kendimizin farkında olmamız için kendimize algılarımız; düşünce ve duygularımızla ilgili sorular sormamız gerekir. Ne kokluyorum? Ne tadıyorum? Neye dokunuyorum? Ve ardından Ne düşünüyorum? Ne hissediyorum? Evet duyularla gelen düşünceler; gerçeklik yaratılışının kilit unsurudur. Farkındalık, tüm gerçeklik yaratılışı girişimlerinin başlangıç noktasıdır. Temelini önce kendi sessizliğimizi dinlememizden alır.
Gece ve gündüz, dilediğiniz bir anda kendinize şu soruları sorabilirsiniz? Ne görüyorum? Ne duyuyorum?
‘’Başlamak için muhteşem olmanız gerekmiyor; ama muhteşem olmanız için başlamanız gerekiyor.’’ Zig Ziglar
Kızılderiler trene bindirilip götürülürken; tren hızla yol alıyor! Ve Şef’’Bir dakika durdurun treni‘’ diyor…Ve tren duruyor…İnerek trenden ve 15-20 dakika sessizce kendini dinliyor..Sonra trene geri döndüğünde ‘’Neden? Ne oldu?’’ Sorularına karşılık ‘’ Ruhumun bedenimi yakalamasını bekledim?’’ diyor.
Chuck Palahnuık der ki‘’Parçaları kaybolmuş puzzle gibi artık insanlar ..’’
Evet; ‘’Ruhumuzun bedenimizi yakalamasını bekleyelim.’’
Burada şu soruları sormak lazım; Gün hızlı döngüde gerek özel; gerek mesleki hayatımızda beş duyumuzla mı hareket ediyoruz; yoksa işin içine kalbimizi de katıyor muyuz? Burada beşer sıfatıyla mı yaşıyoruz? Veya İnsan OLmak yolunda mı yol alıyoruz? Okuyor muyuz? Mış gibi mi yapıyoruz? Gülümsüyor muyuz? Mış gibi mi yapıyoruz? Yardım ediyor muyuz? Mış gibi mi yapıyoruz? Yoksa yapmamız gerekenleri bahanelerimizin arkasında yok mu ediyoruz? Bahanelere mi sığınıyoruz? Yoksa bahanelere rağmen yol mu alıyoruz?
Kaynak bizim içimizde; kaynaklı düşünebilme becerimizde….Yaptığımız işe inanmakta…İnanmadığımız bir işi nasıl eyleme dökebiliriz?
Evet hayal, amaç, hedef, karar, tutku, azim, cesaret, bilgi, inanmak, sevgi, aşk, şevkat, vicdan, gelişim, üretmek, duygularımızın yönetimi, dürüstlük, farklı düşünebilmek; farklı açılardan görebilmek; sorgulayabilmek tüm bu süreç bizim içimizde…
Ve sormak lazım kendimize;
Bilgimle ne yapabilirim?
Yeteneğimi nasıl kullanabilirim?
Tecrübelerimi nasıl kullanabilirim?
Çevremdeki insanlardan nasıl destek alabirim?
Richard Bandler der ki ‘’Hayatta asıl farkı yaratan sizin ne kaynağa sahip olduğunuz değil; kaynaklarınızı kullanabilme becerisine sahip olduğunuzdur....’’
Ve Mevlana bu konuyla ilgili der ki;
‘’Gördüğünüz herşeyin görünmeyen dünyaya uzanan kökleri var...
Şekiller değişebilir, ama özü aynı kalır.
Her harika manzara kaybolacak;
her güzel söz yok olacak;
Ama cesaretiniz kırılmasın,
onların geldiği kaynak sonsuzdur, büyür, yayılır,
yeni bir yaşam ve yeni mutluluklar dağıtır....
Neden ağlarız?
Kaynak sizin içinizde
ve bu dünya o kaynaktan doğuyor.’’
İnsan, manevi olanın madde olandaki varlığını yansıtır; ruhun bedendeki varlığını, ikisinin bütünlüğünü. İnsan, ruhun dünya üzerinde tekamül yolunda yürümesini yansıtır. Bütünlüğü sağlamak için madde olanla manevi olanın birleşmesi gereklidir.
Bir gün içinde bulunduğumuz yaşam yolculuğunda görevimizi tamamlayacağız… Aşkın bu yolculuğu; Aşka kavuştuğunda; bizi hatırlatan mermer taşımızda doğum tarihimiz ve ölüm tarihimiz yazacak; arada bir kısa tire çizgisi… İşte hayatımız o kısa tire çizgisi kadar! Geriye sadece hissettirdiklerimiz kalıyor. En büyük eseriniz Siz’siniz… En büyük eserimiz kendimize ve bütüne kattıklarımız… Her ölüm bir göçtür aslında… Biz göçümüzü gerçekleştirdiğimizde; dünyada ismimizin geçtiğinde; ismimiz hangi yürekleri ısıtacak! Isıttığımız kadarız…
‘’Kendini yontmayı unutma’ der Zeus! Kendi kabuğunu kendin soyabilirsin, kendi özgürlüğünü kendin dışarı çıkartabilirsin… İnsan biraz da kendi emeğidir!’’
Yaşamın en kalıcı ve en acil sorusu
'' Sen kendin ve diğerleri için ne yapıyorsun?''
Varoluşta önemli olan var OLmak değil; ne katkı yaptığındır; yaptığın katkıda fark yaratmaktır. Yaptığımız her şey varoluş amacımıza hizmet ediyor. Varoluş amacımız ve hayatı nasıl anlamlandırdığımız; tüm yaşamımıza yansıyor..
‘’Gemiler limanda güvendedir; zira yapılış amaçları bu değildir....’’ İnsanız nefes almak mı amacımız? Sadece yemek; içmek mi? Sorgulamak lazım… Yunan filozofu sokrates’in dediği gibi ‘’esasen sorgulanmamış bir hayat yaşanılmaya değer değildir’’.
Amaçsız yaşamaz insan. Hep bir şeylere ulaşmaya, birşeyleri elde etmeye çalışır durur.Hep bir arayışta, birşeylerin peşinde bulur kendini. Çoğu zaman sorgulamaz bile hedeflerini. Elde edeceği şeylerin kendisine neler getirip; ondan neler götüreceğini. Çevresel faktörlerin etkisinde kalır. Toplumda belirlenmiş olan idealleri benimser. Kendine fayda sağlayıp sağlamayacağına bakmadan sayısız şeyi merak eder de hayatı boyunca ‘’Neden var oldum? Yada ‘’Varlığımın bir amacı var mı?’’ diye sormaz kendine. Öyle ya kaçımız sorgulamışızdır hayatı? ’’Kimim ben? Neden varım? Varlığımın sonsuz olmadığını biliyorum bu dünyada, peki?’’ Gibi pek çok soruyu sormadan kendimize göçer gideriz bu hayattan. Aslında insan için daha önemli bir soru var mı hayatta?
Varoluşumuzda var; kabul görme duygusu; Ait olma-birey olma dengesi, umursanma, değerli olma, güçlü olma, sevgiye layık olma ihtiyacı, tercih edilen olmak… Tüm bu ihtiyaçların karşılanması; psikolojik ve fizyolojik sağlığımızla yakından ilgili… Ve bu ihtiyaçların etkin bir şekilde doyuma ulaşabilmesi için markamızı yönetmemiz gerekiyor….
Burada iki temel bakış açısı devreye giriyor;
Öncelikle bireysel dönüşüm
İçinize ne kadar çok ışık girmesine izin verirseniz; yaşadığınız dünyada o kadar parlak olur...
Herşey öncelikle Seninle başlıyor… Işığın girmesini istemek; izin vermek; ışığın sizi aydınlatması gerekiyor ki o ışık çevrenizi de aydınlatsın….
Öncelikle sizin kendinize inanmanız önemli… Siz kendinize inamazsanız kimin size inanmasını bekleyebilirsiniz ki… Siz kendinizi sevmezseniz; kimin sizi sevmesini bekleyebilirsiniz ki? Ve kendisini sevemeyen; bir başkasını nasıl sevebilir… Kendinizde olmayan bir duyguyu bir başkasına nasıl verebilirsiniz? Burada demeliyim ki; ego demek ‘’ben’’ demek. Egonuz yüreketen yukarıda olursa gaddar olursunuz; yürekten aşağı olursa köle olursunuz. Yürek kadar egoyla önce kendimizi sevelim…
Doğuştan hepimiz marka doğuyoruz…Eşsiziz; farklıyız…Büyüdükçe farklılığımızı yitiriyoruz.. Kişisel markanız sizi kanatlandırır…
Başarılı bir kariyer için çok çalışmak yeterli değil; başarının yolu kendimizi bir ''çalışan'' olarak değil bir ''marka'' olarak görüp, bir proje gibi düşünüp, kendimizle ilgili algıları yönetmekten geçiyor... Kişisel markanızı yaratmak farklılaşmakla, işinize değer katmakla ve insanların sizi nasıl algılayacağını yönetmekle mümkün.
‘’Akıntıya kapılan kıyıya yürür sanır’’ der. Fuzuli
Evet kendimizi algıya bırakmak değil; algıyı yönetmek lazım....Algı yönetimi etki yaratma departmanıdır.
Ve yine minik bir hikayede yer aldığı gibi; çocuk inşaatın önünden geçerken üç duvar örme ustası ile karşılaşır.
‘’ Ne yapıyorsunuz’’ diye sorar?
1. Usta ''Harç karıyorum'' der
2. Usta ''Duvarı örmeye devam ediyorum'' der
3. Usta ''Gökdelen inşa ediyoruz''diye cevap verir.Buradanda anlaşılacağı gibi yaptığımız işe değer katarak, insanlara yaptığımız işi veya yarattığımız markanız daha kolay algılatabilirsiniz….
Nedir Marka OLmak?
Fark yaratmaktır… Pozitive farklılıktır...
Fark yaratıyor muyuz? Fark yaratmak farklı olmak değil, değer yaratmaktır.
Fark yaratan insanlar "daha iyinin" var olduğuna inanan insanlardır.
Anlam yaratmaktır; değer yaratmaktır…
Kalitedir; pozitive tanınır; tercih edilendir; vazgeçirendir… Tercih edilendir… Takip edilendir…
Vaattir, vaadin arkasında durmaktır… Katkıdır, fayda sağlar. Marka katkı,fayda sağladığı
sürece güçlü olur. Marka katkının sürekliliğidir…
Bilinendir marka olmak; ulaşılabilir olandır…
Bilgi dolu olmak, sevgi dolu olmak yeterli midir marka yaratmak için? Evet sunum sanatı (ifade edebilmek); fark yaratmak gereklidir….
Bilgi+ kalp+ sunum sanatı+ fark yaratmak+ sürekli gelişim = marka OLmak
Bir bütün parçaları hiçbir zaman tek başına marka değilidir…..Yaratacağınız marka algısı bir bütündür. Bildiklerimizi eyleme dönüştürürken; markamızı yaratırken attığımız her adım yaratacağımız marka algısına hizmet etmelidir. Atacağımız her adımın bize
bir katma değeri olmasını gerektiğini unutmayalım.....
Hani minik dediğimiz taş; belki de dengenin kendisidir.
Marka olabilmek için; tanımladığınız, sevdiğiniz ve beğendiğiniz en iyi ‘’siz’’ olmayı başarmanız gerekiyor….
Zig Ziglar der ki; ‘’ Kendini iyi hissetmek istiyorsan eğer;
öncelikle iyi giyinmeli; iyi düşünmeli ve daha iyi olmayı hedeflemelisin......’’
Başarılı Ve Güçlü Bir Kişisel Marka Yönetimi
Kendinizi gerçekleştirir
Değerinizi dış dünyaya yansıtır
Rekabet içerisinde farklılaştırır
Duygusal bağlantılar tesis eder
Daha iyi ücret için kapı açar
Size olan talebi artırır
Kötü zamanları kolay atlatmanızı sağlar
Sizi takip eden değil, takip edilen yapar.
Günümüzde şirketlere de değer katan somut varlıklar değil; itibar, yeni fikirler ve müşteri ilişkileri gibi soyut kavramlardır. İnsanlar için de durum aynıdır… Bir insanı başarılı yapan eğitim, tecrübe veya meslek değil; gerçek gücü; stratejisi, imajı, görsel ve sözel kimliğidir…
İnsanların zihninde olumlu izlenimler yaratmak kendini markalaştırmakla mümkündür… Bireysel markalaşmada çıkış noktası; öncelikle kendinle yüzleşmektir; Kendinin farkında olmak, kendini bilmek, kendini tanımak; kendi fikrini ortaya çıkarmak ve fikre özgü bir etki planı oluşturmaktır…
Hedefinizi net olarak belirlemeden bir strateji ve eylem planı belirleyemezsiniz….
Kişisel marka çalışmasıyla, istediğiniz mesajları en doğru; etkili ve en hızlı şekilde iletebiliyorsunuz… Kendimizi en iyi şekilde ifade edebilmek; iyi ilişkiler kurabilmek, tercih edilmek, iz bırakmak, fark edilmek için kişisel marka stratejiniz olmalı… Kendinizi, "siz" denilen markaya hizmet eden, onun markasını yöneten biri gibi görmelisiniz.
Farkında olan birey fark yaratır, fark ettirir, fark edilir.
Frost der ki;
‘’ İç geçirerek anlatacağım bunu ben,
nice çağlar sonra bir yerde:
bir ormanda yol ikiye ayrıldı,
ve ben;
ben gittim daha az geçilmişinden,
ve bütün farkı yaratan bu oldu işte.’’
Evet fark yaratmak hayal-hedef-eylem-tutku ister….
Öncelikle iki anahtar değişiklik yapmak gerekiyor;
Einstein der ki ; ‘’Aynı şeyleri yapıp her seferinde farklı sonuçlar beklemek deliliktir.. ‘’
2. Algıları tasarladığınız kişisel markaya dayanarak değiştirmek.
Bireysel Marka Yönetimi Basamaklarımız;
OL'ma Kararı
Misyon Çalışması
Swot Analizi
Marka Konumlandırması
Vizyon Çalışması
İmaj Yönetimi
Özde ve Sözde Tutarlılık
İnovasyon
Dijital İmaj Yönetimi
Networking
Kültürlerarası Yaklaşım
Marka olabilmek için bu basamakların her birini çıkmamız gerekmekte! Gelin yazılarım eşliğinde sizlerle birlikte yolculuk planlayalım. Siz’e gidelim bu basamakları çıkarak! İster misiniz? Bugünden yarınlara. Olmak istediğiniz Siz’e doğru bu yolculuk… Bu yolculukta birlikte basamakları çıkarken her daim sevgiyle... Şifayla...Duayla...Aşkla...Mucizelerle kalın….
Ve unutmayın Siz'den bir tane var...
Kendine ihanettir; daha iyisini gerçekleştirebileceğin halde vasat bir hayata razı olmak....
Herkesin kendine sorması gereken soru; Şu an ölmüş olsam geçmişte nasıl hayat yaşamayı isterdim?
Yeniden düşünmeye bugün başlayalım?