‘’Bir hayatı iyi bir hayat yapan şey nedir?’’ Sorusunun cevabını sorguladığımızda karşımıza duygularımızın yönetimi çıkıyor. İnsan beyninin görkemi hissetmesinde saklıdır. Varoluşumuzun yakıtı hissettiğimiz duygulardır. Çünkü kararlarımızın, eylemlerimizin mayası duygularımızdır. Nasıl hissedersek öyle var oluruz! Ve var ederiz! Duygularımız aslında bizi biz yapan, kim olduğumuzu hissettiren, yönlendiren, yerine göre sınırlayan, uyaran, ne yapmamız gerektiğini düşündüren ve hayattan keyif almamızı sağlayan enerjidir. Yönetemediğimizde de bizi kaosa sürükleyen enerjidir.
Varoluşumuzun ben varım mesajlarıdır bize! Varoluş amacımız ve hayatı nasıl anlamlandırdığımız duygularımızın beşiğini oluşturuyor. Ve duygularımız, verdiğimiz kararları mayalayarak tüm yaşamımızı şekillendiriyor. Tüm hayatımız duygularımızın toplamıdır. Duygularımızı anlamlı yönetebildiğimiz ölçüde hayatımız anlamlı, amaçlı ve doyumlu olur. Anlamlı yönetebilmek için; yoğun merak duygusu içinde duyguların okyanusuna dalmak ve derinliğindeki hazineyi çıkartmaya ne dersiniz? Antonio Damasio’ nun da dediği gibi “Biz hisseden düşünme makineleri değiliz, düşünen hissetme makineleriyiz.”
Duygularımız temelde yaşamımızın kıvılcımıdır. Hareket halindeki enerjidir. Görünmeyen gücümüzdür. Ben duyguların yaşamın gücü olduğuna inanıyorum. Davranışlarımızın yakıtıdır. Kontrolsüz güç, güç olmadığı için duygularımızı yönetebilmeyi bilmek gerekiyor. Onları yönetmeyi değil de yok etmeye veya bastırmaya çalıştığında patlamalar halinde kendini ifade edecektir. Neden biz insanlar gülücüklerin sahte olmasını, acımızla yüzleşmekten daha doyurucu buluyoruz? Bu ifadeler yanlış kararlar, mutsuz bir hayat, fiziksel, ruhsal hastalıklar olarak kendini gösterecektir. Duygular işin içine girdiğinde tüm dengeler değişir. Neşe ya da öfke, kıskançlık ya da haset, sevgi ya da arzu, şefkat ya da hırs, nefret ya da öç alma arzusu ile karar verdiğimizde duygularımızı yönetmeden düşünür ve hareket ederiz. Düşüncesizce konuşur ve yargıda bulunmak için acele ederiz. Anında kararlar alır, sonuçlar atlarız. Gözümüzü karartır mantıksal analizden önce duygulara güveniriz. Daha iyisini bilmemizin hiçbir anlamı olmuyor burada; daha sonra pişman olacağımız hiç fark etmez. Bir noktada öz kontrolü kaybedip yanlış insana aşık olur, gerçekte ihtiyacımız olmayan şeyleri içgüdüsel olarak satın alırız. Tedbirsizce finansal risklere girer, lezzetli ama belimizi kalınlaştıracak tatlıdan yeri gelir ölçüsüzce yeriz. Bazen de bir kadeh içkinin kapanış saatine kadar sürekli içildiğine şahit oluruz. Obeziteden, sigara, alkol, aşırı para harcama, istenmeyen hamileliklere, duygusal problemlere, kötü ilişkilere kadar bireysel ve toplumsal problemlerin kökünde duyguların yönetilemeyişi yer almaktadır.
Bulut, rüzgar, güneş, şimşek vb gökyüzüne ait değildir. Gelir giderler. Öfke, üzüntü, korku, hırs, kaygı öz’e ait duygular değildir. Gelir giderler. Zihnin ben varım koşullarıdır. Oysa öz”ün varolmak için bu koşullara ihtiyacı yok. Ama, bütünün genişliği içine o olayın kaçınılmazlığını görmek , olanı var olduğunu içsel olarak kabullenmenin ve bu olayın kozmozun bütünü içinde ne rolü olabileceğini keşfetme yolunda; bu olan her ne ise ‘’Bana ne öğretiyor!’’ sorusunun cevabıyla yaşamın bütünlüğüne uyumlanabilmede yol alabiliriz.
Duygular dönüşüm için enerji kaynağımız ve en iyi halimize ulaşmada rehberimizdir. Duygular kendi hayatımızın kendi içimize yansıması. Ve kendimizle ve kainatla aramızdaki iletişim yoludur. Duygular içimizdeki pusula, ruhumuzun mesajlarıdır. İç dünyamızın atmosferidir. İçerde ne oluyorsa dışarıya o yansıyor. Bu mesajları okuyup; gelişimimiz yönünde değerlendirmeliyiz. Duygularımızın hissettirdikleri ise bu mesajları nasıl yorumladığımızdır. Duygularımız olmadan amaçlarımızı, önceliklerimizi belirlememiz mümkün değildir. Bu mesajları doğru yorumlamamız an’ a yönelik olduğu gibi; gelecek günlere yönelik doğru kararların filizlenmesine neden olabiliyor. Bu yorumlardan filizlenen kararlarımız bizi tutsak veya özgür yapar. Istırabın sonu ve gerçek özgürlük yaşanılan anda her ne hissediyor ve deneyimliyorsanız onun tamamen kendinizin seçmiş olduğunuzun uyanışında olmaktır. Bil ki sonsuz ruhsun Sen. Sınırlı bedeninde ki zihninin alışkanlık illüzyonuna kapılma! Görünen anlayışının esaretinden; bütünü gören bakışa özgürleş! Peki rehberin kim? Nasıl özgürleşeceksin? Gözlerin dışarda birini mi arıyor! Cevap: Sen’sin! Var OLmak senin elinde!
Nasıl mı? Kendinin lideri olarak! Birinci aşama; kendi kişisel yetkinliğinin farkına vararak. Unutma ki, sen sonsuz ve sınırsız bir bilişsin. Kişisel yetkinlik, kendi duygularının ve sonuçlarının farkına varman, kendi gücünün farkına varıp; zayıflıkların, olumsuz duygu ve dürtülerinle yüzleşip; aşabileceğine inanman, yeniliklere açık olmak ve başkalarını suçlamak yerine sorumluluklarının farkında olmaktır. 2. Aşama sosyal yetkinliği kazanmak ise empati ve sosyal becerilerin kazanılması sürecini içerir.
Duygularımızın rehberliğinden yararlanmamanın koşulu, duygularımızı doğru isimlendirme, doğru hissetme ve yorumlama sürecinde kendi kendimizle yüzleşme cesaretinde bulunmamızdır. Aksi durumda mesajları okumak yerine bastırıyoruz. Duygularınla yüzleş, kucaklaş ve özgürleş.
Duygular bir buzdağı gibidir. Yüzde doksan suyun altındadır. Biz onu gözlemledikçe batık kısmı gözlemin ışığında görünmeye başlar; yüzleşmenin farkındalığıyla erimeye başlar. Bizler gözlemlediğimiz şeylerin yaratıcısıyız. Kuantum fizik bu durumu '‘gözlemci tarafından yaratılan gerçeklik'’ olarak tanımlıyor. Kendi kendinizi gözlem! Bir duygu sıklıkla başka bir duyguyu maskeleyebilir. Duygularımıza tanıklık edip, gözlemleyebilirsek daha özgür ve dingin hissedebiliriz kendimizi. Gözlem boyutunda kalabilirsek; duygularımızın ötesine geçip asıl nedenin çok daha farklı olduğunu görüp; çözüm yolunda etkin kararlar verebiliriz. Başkalarını veya kendimizi yargılamamız o duyguya direnmektir. Direndiğimizde, baskıladığımızda, kötü diye etiketlediğimizde kendimizi kalıplara sokuyor ve bir kısırdöngünün içine giriyoruz.
Mesela nefretin arkasında korku, saldırganlığın arkasında çaresizlik, çaresizliğin altında kaybetme duygusu, kaybetme duygusunun arkasında kendini suçlamak, öfkenin arkasında sevilme ihtiyacı olabilir. Duyguları bastırıp üstünü örttüğümüzde gerçeklerden kaçamıyoruz ki. Hatta gerçeğin farkında olmadığımız bu illüzyon atmosferinde ne kadar doğru karar verebiliriz! Bütünü görmeye çalışmadıkça acılarımız sınırsız; anlayışlarımız sınırlı kalır. Asıl soru: Yaşadığım şu an ne hissediyorum? Hissettiğin duygunun filizlendiği kaynağa ulaşmak bütünü görmenin kapısını aralamaktır. Bu kaynağa ulaşmak için çıktığın yolun dikenleri acıtacak, kanatacak belki!
Beynin büyük bölümü bilinçli düşünmekten çok otomatik süreçlerin etkisi altındadır. Bu nedenle beyinde gerçekleştirilen işlemlerin büyük çoğunluğu düşünerek değil, duyguların etkisi altında gerçekleşir. Eksikliklerimiz, ihtiyaçlarımız, kök salmış korkularımızın yol açtığı ihtiyaçlar, kuşkularımız, endişelerimiz kararlarımıza yön verir. Ben hedeflerimizin ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Hedefin orada duruyor, açıkçası sen o hedefi oluşturmuyorsun. Verdiğin kararla tüm varoluşunu, varoluştaki amacını, bireysel gelişimini, seni o hedefe iten arka planda kalmış ihtiyacın olan duyguyu ortaya çıkarıyorsun.
Kararlarınızın asıl nedenlerinin farkında olun! Ulaşmayı arzuladığınız hedeflerin nedenlerini sorun kendinize! Bunları bütünün yararına varoluş için mi istiyorsunuz! Yoksa dile getirdiğim ihtiyaçlar için istiyorsunuz! Bu ihtiyaçlardan birinin olduğunun farkına varmak duygu yönetiminde önemli bir adım. Sana etik gelmeyen bir davranışı karşı taraf istediği içi gerçekleştirdiğini düşün. Neden başka birine söylemek istemediğin onaylayıcı cümleler kuruyorsun? Kabul görmemekten mi korkuyoruz. Nedenini sorduğumuzda sevilmek, onaylanmak, kabul görmek, ait olmak ihtiyaçları için gerçekleştirdiğimiz gerçeğiyle yüzleşiriz. Bilincimize taşıyamadığımız ihtiyaçların girdabında yok oluruz. Mesela korku, kin, öfke, nefret, kıskançlık, çaresizlik bizim gerçeğimiz değildir. Tüm bu duygular ışığın, sevginin, anlamanın, aidiyet hissinin olmadığı yerde egonun yeşerttiği bir illüzyondur.
Satın alma sürecimiz de “mantıkla” değil, “hissederek” başlıyor. Önce duygularımızla karar veriyor ve sonra verdiğimiz kararı mantıklı bir zemine oturtmaya çalışıyoruz. Martin Lindstrom çalışmalarında; bir çok satış görevlisi insanları mantık yoluyla ikna edeceğini zannediyor olsa da; onların duygularını harekete geçirmenin şart olduğunu kanıtladı. İnsanoğlundaki acı, korku, sevgi gibi en güçlü duygulara dokunmayı başaran markaların takip edilen markalar olduğunu kanıtladı. Bir marka ne kadar çok duyguyu harekete geçiriyorsa tüketiciyle o kadar çok yakınlık ve güçlü bağlar kuruyor.
Karar verme sürecinde duyguların rehberliğinden faydalanabilmek için zamanın gücünden de faydalanabilmeliyiz. Örneğin, öfke altında aldığınız kararlar daha bencil, daha aceleci ve daha risklidir. Duygunun yoğun yükselişinde karar vermek için bilişsel zaman verin kendinize.
Öğrenme sürecinde duygularımız ne kadar etkin ve dengeli olarak devreye girerse öğrenmek o kadar kalıcı olur. Bir bilgiyi öğrenmek için, beynimizde biyokimyasal bir değişiklik olması gerekir. İnsan bir konuyu öğrenirken ne kadar çok duyu organını devreye sokarsa konuyla ne kadar sıkı duygusal bağ kurarsa öğrenmesi o ölçüde kaliteli ve kalıcı olur. Birden fazla duyunun uyarılması, beyinde aynı anda birçok bölüme değen zengin bir ağ (network) oluşmasını sağlar ve bilgi kalıcı hale gelir.
Duyguların ve biyolojik temellerinin karar verme sürecine nasıl dahil olduğu; insanın duygusuz karar alamadığını, tercih yaparken duyguların vazgeçilmez olduğunu dair çalışmaları olan Antonio Damasio’ nun hastası Elliot, bütün bilgilere sahip olmasına, kusursuz konuşmasına, mantığının çok berrak olmasına rağmen; bu verileri işlerken ihtiyaç duyduğu duygulara ulaşamadığı için karar alamaz olmuştur. Bu örnekte de görüldüğü gibi, insan önemli önemsiz bütün kararlarını duygularını ve mantığını birlikte kullanarak alır.
Duyguların yönetilemediği durumlar sağlıklı ve gerçekçi karar alamamanın en büyük düşmanıdır. Duygusal yoğunluk ve çaresizlik ortamı, alınan tüm kararları sakatlar. Doğru düşünmeyi; farklı bakış açılarını görmemizi engeller. Sevginin, öfkenin, kıskanmanın, endişenin, heyecanın, sevincin, üzüntünün, merakın vb. duygularımızın liderliğini yapmamız gerekir. Duygular bizim hayatımızı değil, biz duygularımızı yönetebilmeliyiz. Akıl geminin dümeni; duygular yakıtır. Pzzle da duygu ve mantığın birbirini tamamlaması gerekir. Önemli olan duygularımıza güvenerek karar almamız değil, kararlarımızı alırken hangi duygularımızdan yararlandığımız; duygularımızı yönetebilmemizdir. Yönetemediğimiz duygularımızın zararını tüm hayatımız çeker. Hatta tüm varoluş çeker. Her şey benden öte biz ile ilgili. Çünkü hepimiz bir bütünün parçalarıyız ve her an etkileşim içindeyiz!